1.04.2011

Alouroi Adventure Team : Türkiye - Suriye / May-June 2010 * Bölüm II





Artık rotanın Suriye ayağına yaklaşıyorduk. Kilis ten Suriye’ye girip Kassab (Lazkiye) – Hatay kapısından çıkacaktık. Kilis için seçilen rota tamamen dağ yollarından ve köylerin içinden geçtiği için tura ayrı bir enteresanlık kattı.
Konaklama Halep’te olacaktı ancak sınırda birhayli problem yaşadık. İlk problem motosikletlerin Çesme’den girdiklerinde kaydedilen plaka bilgileriyle bulunamamasıydı. Bir süre sonra anlaşıldı ki ruhsatlarda rakamların önündeki sıfırlar plakada yazılmamıştı.

 Suriye tarafında ise gümrük ve sigortaya ödediğimiz para tır soförlerinin  söylediğine göre tırlardan daha fazlaymış. Birkaç kez sorgulamamıza rağmen soyulmaktan kurtulamadık çünkü uluslararası sigortanız olsa bile Suriye sigortası şart ve 120 Eurocuk. Kamyoncuların birbiri üzerinden evrakları önceliklendirmeye çalışmaları, haliyle bizi de fazlasıyla etkiledi ve ilk defa kağıt paraların evrağa zımbalanarak tasnif edildiğini gördüm.
Suriye benim için şoklar ülkesi olmaya devam ediyordu; benzin almak için benzinci ararken 2 tane geçmiştik farkında olmadan çünkü benzinci oldukları pek belli olmuyor ve sadece tek çeşit benzin var kurşunsuz isteyince ne istediğinizi anlamıyorlar.

 Haliyle Suriye’de ne verdilerse onu kullanmak zorunda kaldık. Akşam olmaya yaklaşmıştı ama bizde Halep`e varmıştık zaten. Halep`te şehir merkezindeki meydanın yanında göreceli olarak kaliteli olduğuna inandığımız bir hotelde pazarlıklar sonucu kabul edilebilir bir rakama anlaştıktan sonra odaları görünce tüh demekten kendimi alamadım ama aksam gittiğimiz restorandaki yiyecekler ve özellikle kebaplar tekrar motivasyonumuzun yükselmesini sağladi.
Ertesi gün asıl hedef olan Palmyra için erkenden yola çıktık. Hergün 500km civarinda yol yaptığımızdan ve Palmyra’ya giden yolun gittikçe çölleştiğini bildiğimizden sürüş güvenliğini ön planda tutmamız gerektiğinin herkes bilincindeydi. Mümkün olduğunca dinlenerek gitmek ve su kaybını telafi etmek gerekiyordu ancak konaklama için bulabildiğimiz yerler çok nadir idi.
 Neyseki Palmyra’ya gitmek için daha rahat olduğundan dolayı Hummus rotasını seçmiştik. Palmyra’da Sands hotel e yerleştikten sonra hemen duş alıp kalıntıların olduğu bölgeye gittik. Burası gerçekten tarihe hala tanıklık edebilen son derece görkemli bir bölge.


 Bu gezinin rotası tarih ile kültürün, gelişmişlikle değişimin, asırlarla değişen varlık ve yokluğun rahatlıkla hissedilebildiği bir tur olma özelliğini taşıyordu aslında. Bir turun aslında  asırların iz bıraktığı bir rota olduğunu ve buraya bizim de


ayak izimizi bırakmak bende çok garip duygular uyandırdı. Yüzyıllardır hayatlarını buralarda bırakan insanlar bugünü görseler hangi topraklar ve hangi amaçlar için hayatlarını feda ettiklerini görüp ne düşünürlerdi diye kendime sormadan edemedim ki İskenderun’da patlayan bomba, Mavi marmara olayı o günlerin sıcak gelişmeleri oldu ve tekrar niye diye sordum kendime.
Artık grup buraya kadar gelmişken Şam’ı da görmek gerekir tartışmasına girilmişti. Bir grup o kadar yol yapmanın anlamlı olmayacağını diğer grup ise gelmişken görmek gerektiğini çünkü birdaha gelme imkanı olmayacağını söylüyordu. Aslında benim aklımda olan ise sabah gün doğumunda güneşin kızıl ışığını bu tarihi kalıntılar üzerinde fotoğraflamaktı.


Şam grubuna bana yarım saat vermelerini rica ederek sabahın ilk ışıklarında fotograflarımı çekerek 6 itibarıyla gruptan 5 motor Şam’a doğru rotamızı çevirmiştik bile. Diğer grupla İskenderun’da buluşacaktık.









Şam o gün için fazladan 500 km yaparak 2 saat dolaşmak için değermiydi hala tartışılabilir ama yapmasam aklımda kalacaktı bu sebeple değdi diyebilirim.  Tabiiki plan araya gümrük girince yine aksadı ve Hatay’a kadar gelebildiğimizde akşam olmuştu bile. Bu arada Krak des Chevaliers şatosu gerçekten görülmeye değerdi. Haçlı seferlerinin izleri yüzyıllar sonra bile hala yerinde duruyordu ve inşaa edildiği asrın kudretini hala hissettiriyordu.











Hatay’dan ayrıldığımızda rotamız ve buluşma yerimiz Silifke idi. İskenderun Mersin arası otoban da rahat bir sürüş yaptıktan sonra kalacağımız otele erken vardık. Biraz dinlenmeyi haketmiştik. Tabiiki akşam yemeği hala Şam’a gitmenin anlamlı olup olmadığı ile ilgiliydi genelde. Manavgat veya Side olarak planladigimiz rota yıllar önce arabayla geçerken tam motosikletle yapılacak bir rota mutlaka gelmeliyim dediğim bölümdü. Haliyle tempolu bir sürüşle son derece zevk aldım hatta Side’ye geldiğimizde acaba birdaha gidip gelsemmi diye düşündüm. Bu arada ülkemin heryerinden fışkıran tarihin bir örneğini de Seleukeia Zeus Olbios Tapınağında gördüm.

Ana yoldan kilometrelerce içeride köyler arasında bir vaha gibi hemen ilerisinde kaya mezarları da ayrı enteresan.

 Side de kalacak yer planlamadığımızdan şehir girişinde yol kenarında konuşurken Anatolian Tigers











Motosiklet grubunun Akdeniz bölge sorumlusu Esen yardımımıza yetişti ve hem otel ayarlamamıza hemde taşıt trafiğine kapalı yolu patikalardan aşıp motelimizin önüne kadar gelmemizi sağladı. Akşam yemeği artık kebaptan balığa dönmüştü ve güzel bir lagos ziyafeti çektik. Akşam Esen’in işlettiği kafede sohbetimize devam ettik. Aspendos’u atladığımı zannetmeyin, ziyaret etmeden geçemezdik çünkü tarihe haksızlık olurdu. Ne kadar istemesekte artık turun sonuna yaklaşmıştık, sayılı gün çabuk geçiyordu. Ertesi gün son durağımız olan Pamukkale’ye doğru yola çıkmamız gerekiyordu.

Pamukkale, eşi benzeri olmayan son derece enteresan bir miras. Son gecemizi bölgenin iyi hotellerinden birinde geçireceğiz. Yerleşip duş alıp travertenleri gezmeye gidiyoruz. Ayakkabılarımız elimizde yalınayak travertenleri gezeken herkes birbiriyle şakalaşıyor.Tabiiki kaplıcalarıyla ünlü bu bölgede bundan yararlanmamak olmazdı.  Türk hamamını ve kese masajını da unutmadık, haliyle çok ta güldük. Keseden sonra güzel bir yemek ve uykunun ardından ertesi sabah kahvaltıyı ayrı bir hüzün sarmıştı çünkü artık ayrılma zamanı gelmişti. Pazar sabahı benim İstanbul’a yaklaşık 600 km diğer grubun Çesme’ye 300 km lik bir sürüşümüz vardı. Herkesle vedalaşırken yüzlerde son günün hüznünü görebiliyordum. Tek tek en kısa sürede yeni bir rotada buluşmak üzere vedalaşıp bütün gün sağnak yağan yağmurun altında akşam hava kararırken evime ulaşmıştım. Motorumu yıkadım, problemsiz bir seyahat sağladığı için teşekkür ettim, eşim üzerimdeki yolun pisliğinden endişeli ama mutlu gözlerle beni karşıladi. Ailem , arkadaşlarım daha o gece hoşgeldin telefonlarında her türlü detayı soruyorlardı.

Güzel dostlukların kurulduğu bir turun ardından aynı hedefi paylaşırken dil, din ve siyasetin ortak paydayı oluşturmaması en güzel izlenimdi benim için. Ülkemdeki misafirperverlikten aldığım övgülerle ayrıca gurur duydum.

Ben bu yazıyı hazırlarken grubun Atina`da yapacağı kutlamaya, grubun bir üyesi olarak benim de katılmamı çok istediklerini, uçak biletim dahil her türlü hazırlığın yapıldiğını ilettiler.


Tabiiki katıldım ancak yine motosikletle gittim  J   

Alouroi Adventure Team : Türkiye - Suriye / May-June 2010 * Bölüm I

Motosiklet kullanıcıları her zaman birbirleriyle karşılaştıklarında hep yaptıkları seyahatlerden , gördükleri yerlerden, kendilerini ne kadar özgür ve mutlu hissettiklerinden bahsederler. Yine böyle bir konuşmayi Yunanistan’da oturup HP MEMA bölgesi için çalışan bir arkadaşimla (Elias Tomaras) yaparken birsonraki seyahati adriyatik sahillerine beraber yapmayı planladık ancak biz aynı tarihlerde eşim ve arkadaşlarimla İtalya alplerine bir motosiklet seyahati planladığımız için yapamamıştık. Bir gün Elias’ın beni hararetli bir şekilde aramasıyla güzel bir turu beraber yapabilme şansı ortaya çıktı çünkü Yunanistan’da yakın arkadaşlarıyla kurdukları Alouroi Macera Motosiklet kulübü bir Türkiye – Suriye turu planliyordu. Bu benim için de bir firsat olacaktı çünkü hem daha önce Suriye’yi görmemiştim hemde bu turu motosikletimle yapacaktim; zaten birkaç yıldır da arkadaşlarımla böyle bir turu biz de düşünüyorduk. Tabiiki bu turun dahada önemli bir yönü vardı ki çok daha ağir basıyordu, o da Yunanlı motorsiklet kullanan arkadaşlarım olacağı ve bu vesileyle iki ülke arsında birçok dostluk köprüsü daha kurabilecektim. Bu arada üzerime aldığım bir sorumluluk daha vardı ki misafirlerimizi ülkemde en iyi şekilde ağırlayabilmek ve görülmesi ve yapılması gerekenleri araştırıp planlamak. Bu sebeple yaptığım rota planlamasını , görülmesi gereken yerleri mesafe ve konaklama detaylarıyla bir sunum halinde grubun diğer üyelerine ilettim.

Tabiiki önce aylar yaklaşmaya başladı ve bizim yazışmalarımız da gün geçtikçe sıklaşmaya başladı. Genel rota planlamaları ardından görülmesi gereken yerler, bu yerler arasındaki yol koşulları, mesafeler, rezervasyonlar vs. Kesin tarih belirlendiğinde artık bende katılımcılar hakkında daha detaylı bilgiler edinmeye başladım. Artik yavaş yavaş günler günleri kovalamaya, izinler ayarlanmaya başlanmıştı hatta buluşma yeri ve saati detaylarına girmiştik. Bu detaylar arasında önemli konulardan birisi de grubun yarıya yakınının HP çalısanı olmasıydı. Aslında bildiğim kadarıyla HP içinde başlayan böyle bir plan yakın arkadaşları da devreye sokmuştu.
Seyahate yakın zamanlarda Stefanos’tan (HP Yunanistan Ülke Müdürü) aldığım katılımcı listesi aşağıdaki şekilde oluşmuştu ;
Stefanos Giourelis (HP),Pavlos Vezirtzoglou (HP), Elias Tomaras(HP) , Vaggelis Avgoustis, Dimitris Pollalis, Panagiotis Kritikos , Nikolaos Samiotis(HP), Stelios Psomas, Dino Terzidis(HP), Thanassis Petmezas , Vaggelis Koliopoulos, Selçuk Öznal, Panagiotis Chatzopoulos, Panagiotis Milionis
Kararlaştırdığımız tarih 29 Mayıs ve buluşma yerimiz Çesme idi. Grup 28 Mayıs akşamı Atina’dan Sakiz adasına (Chios) geçecek ve 29 sabahı Çesme’ye geleceklerdi, bende 28 inde İstanbul’dan Çesme’ye gidip onları karsılayacaktım ancak her planda olduğu gibi ilk aksaklığı ben yaşadım çünkü çok önemli bir toplantıya katılmam ve 29 u sabahı yola çıkmam gerekti. Bu bilgileri paylaştıktan sonra 29 mayıs sabahı erkenden yola çıkıp Eskişehir üzerinden Konya’ya varıp orada buluşmayı planladık ancak gümrükte yaşanan gecikmeden dolayı Konya pek mümkün görünmedi. Yolculuk esnasında her molada karşılıklı mesajlaşmalar bizim Akşehir’de konaklamamızın daha mantıklı olacağını gösterdi. Ben yaklaşık 1 saat önce varıp Hotel ayarlaması yapacaktım. Tahmin edersiniz ki 14 adet motosikletin barındırılabileceği ve bu kapasitede boş odası olan otel bulabilmek büyük şehirler haricinde pek te kolay olmuyor ancak Akşehir bu konuda Nasreddin Hoca’nın da katkısıyla olsa gerek bir hayli gelişmiş. Yorgun sürücüler için duşun ve konforun önemini bildiğimden uygun bir hotel ayarlayip grubu şehir girişinde karşılamak üzere bir dinlenme tesisinde beklemeye başladım. Buluşmamız kolay olmuştu ve hemen otele gittik. Buluşma saatini ve herkesin odalarını ayarlayıp odalarina gönderdikten sonra bir hoşgeldiniz kokteyli ayarlayip tam odama çıkacaktım ki çağrıldığımı duydum. Karşilaştığım kişi adımı motosikletin üzerinden gördüğünü, kendisinin yerel gazeteci olduğunu ve bilgi almak istediğini söyledi.
http://www.pervasiz.com/guncel/18791--BIR-gRUP-YUNANLIDAN-ZIYARET.html
Kokteylden sonra yerel yemekleri tadıp güzel bir ziyafet çekince planı gözden geçirip ertesi sabah kapadokya – göreme için saatlerimizi ayarladik.
Çok kısa sürede kaynaştığımız ve zevkle sürüş yaptığımız bir yolculuktan sonra Göreme’de Old Greek House’a vardık ve odalarımıza çekildik.

Sırada balon ile kapadokya turu vardı ve sabaha karşı kalkmamiz gerektiği için sohbeti en güzel yerinde kesmek zorunda kaldık.











Balon turu tahmin edileceği üzere çok zevkli ve heyecanlı geçti.
Kızıl gündoğumunda kapadokyanın güzelliğini seyretmek hepimiz için şampanyalarımızı içip sertifikalarımızı alırken gündemi oluşturdu.
 





Otele dönüp kahvaltımızı alırken günün ve gecenin planını da gözden geçirdik. Uçhisar, Güvercin vadisi, Ürgüp, Göreme açık hava müzesi derken geceyi Yaşar Baba Restaurant’ta derviş ve halk dansları gösterisi seyrederek sonlandırdık.






Bu arada birkaç macerasever arkadaşla araçların gidemeyeceği vadilerde dolaşabilmek için Otel sahibi Süleyman beyi motosikletimin terkisine alarak peribacalarının yanlarına kadar gidip vadilerin içini dolaşabildiğimizi de atlamamak gerek.

12.14.2010

Peloponissos (Mora) Motosiklet Turu Bölüm III

          Tabii bu arada belirli noktalar ile ilgili resim ve bilgi verdim ancak tabiiki ulaşım esnasında çok hoş yerlerden geçtik çok güzel yiyecekler yiyip içecekler içtik ama herşeyi  yazsam hem uzun hemde sıkıcı olacak iyisimi kısa notlar ve resimler ekleyeyim.


12.08.2010 sabahı sahilde güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra bu akşamki planlanan konaklama yeri Koroni ancak planımızdaki notlara bakınca Kalamata üzerinden mutlaka Sparti yapılması gerektiği çünkü hem Sparti’nin tarihsel önemi hemde aradaki yolun çok güzel bir vadiden giden 60-70 km mesafede olması bizi heyecanlandırıyordu. Kalamata’ya gelip bir kahve molası verdikten sonra Sparti’ye kadar olan yol gerçekten abartılmamıştı. Yeşillikler arasından kıvrılarak giden yolda dönüşü de bu yoldan yapacağımı düşünerek geçti.

 
 
Çok güzel dağ yollarından Sparti ve Mistra’ya vardık ve bölgenin ilk bizans şehirlerinden biri olduğunu öğrenmiştik, aynı zamanda görmüş te olduk. Gerçekten görülmeye değer çünkü ilk bizans yerleşim alanlarını görmek enteresan oluyor.


Dönüş yolunda doğal bir dağ restoranında ana yemek olarak taze fasülye ve köfte yedik ıvır zıvırı ve içecekleriyle 16€ ödedik.



















Aynı yolu döndüğümüzden tekrar Kalamata üzerinden Elias’ın doğmuş ve büyümüş olduğu Koroni kasabasına geldik. Yukarıdaki haç ile çekilen resim ise Koroni’deki çok eski bir manastırın tepesine çıktım papaz ve rahibelere görünmeden J
Burada kuzeni nin işlettiği müstakil villalardan biri bizim için ayrılmış olduğundan zaman problemimiz yoktu ona rağmen akşamüstüne doğru hedefimize varmıstık. Sıcak bir karşılama ardından evimize yerleştik ve hemen sahile inip denizin tadını çıkarttık. Hava kararana kadar deniz ve güneşin tadını çıkardiktan sonra duş alıp tavsiye üzerine Koroni’de Zorba isimli restorana gittik. Bir haftadır meze, ahtapot, uzo,  şarap hala son derece cazip geliyordu ancak her bölgenin farklı mezelerini ihmal etmiyorduk. Burada da denenmemiş birşey kalmasın ile yine fazla kaçırdık ın arası 33€ ödedik. Arkadaşımız kuzenim dedi, benim memleketim dedi, yine konaklamaya para ödetmedi. Bu sebeple fiyatı konusunda yorum yok maalesef. Sabah kalkıp yol için hazırlanmaya başladığımızda Dora ve tatlı kızı Ermioni bizi kahveye davet etti. Selanik kurabiyesi eşliğinde sohbet edip tekrar Finikuda yönünde hareket ettik ve Methoni’de durup kahve molası verdik. Burası da gerçekten enteresan , deniz üzerinde hendekli kale ve korsanların yaşam izleri hala son derece görkemli.  Buradan Pylos a geçtik ki buranın bizim için anlamı büyük çünkü
bizim burayı Inebahtı deniz savaşından hatırlamamız gerekiyor. Buranın Osmanlıdaki adı Inebahtı çünkü ve tüm donanma burada ateşe verilmiş. Gargaliani üzerinden Kyparissia ya gelip kahve içtikten sonra durağımız ilk olimpiyatların yapıldığı ve oyunlara adını veren bölge ünlü Olympia idi. Biletimizi alıp antik Olympia bölgesine girdik ama maalesef sadece müzeyi gezebildik. Bunun iki sebebi vardı; birincisi müzede çok fazla bilgi, orjinal heykel ve klima vardı, ikincisi bu sıcakta açık havada dolaşacak enerjimiz yoktu .




Buradan dönüşümüz dağlar üzerinden Aegio ya gidip feribotla anakaraya geçmekti ki farklı yerler görelim. Planımız ise kış sporları için meşhur bir bölge olan Kalavrita da konaklamaktı fakat dağ yollarını biraz küçümsemişiz çünkü GPS kullanmamıza rağmen yok canım bu patika olamaz diyerek girmediğimiz yollar dolayısıyla kaybolduk ve dağ köylüleriyle anlaşmakta zorluk çektiğimizden çok vakit kaybettik ve 20:00 gibi hedefe varabildik ancak kaybolmamız bize çok hoş bölgeler görmemizi sağladı hatta iyiki kaybolduk bile dedik J.
Kalavrita da beklediğimizden daha lüx bir hotelde 40€ ya konakladık ve aynı akşam biraz ete girelim çok deniz mahsulü yedik diyerek kuzu pirzola ve köfte öncelikli bir ziyafet çektik 28€ ödedik. Ertesi sabah feribot ve rota planlamasına göre erken kalktığımız (07:00) çok güzel bir dağ sabahında çam kokuları eşliğinde yata yata sahile inip Aegio ya 09:00 gibi vardık . Feribot 10:30 da olduğundan  güzel bir kahvaltı icin Cafe del Mar da bir süre takıldık. Karşıya geçiş 50dk sürdü ve Glaxio – Delphi üzerinden yine dağ yollarından Lamia ya kadar geldik. Gelişten farklı olması için yine hoş bir köy olan Karavomylos’ ta tekrar su ürünlerine döndük. Aynı gün artık otobanda süratimizi de biraz arttırarak Selanik konaklamasıyla Kavalaya gelmeden gelişte öğle yemeği yediğimiz Asprovalta da konakladık. Biraz erken geldiğimizden denizden de faydalanma şansımız oldu. Zaten bulduğumuz otel de denizin önünde idi ve 55€ gibi yerine göre yüksek bir rakamdı. Gelişte memnun kaldığımız köşedeki restoranda ızgara squib, cacık, mezgit, ahtapot salatası, kavun, peynir vs yeyip yanına bol uzo ve şarap içip kapanış yemeği yaptık ve 38€ ödedik.
Yaklaşık 5.000 KM yol ile artık Yunanistan'da gitmediğimiz yer bırakmamış olduk. Artık yapılacak şey bir sonraki rota nın hazırlıklarına başlamak....

Peloponissos (Mora) Motosiklet Turu Bölüm II

           Ayın 10 u oldu bile. Sabah 8 de kalkıp sahilde kahvaltımızı ettik. Ne yedigimizi söylemiyorum. Tavsiye üzerine Elafonissos adasına gitmek üzere yola çıktık. Yazarken unutursam diye şimdiden söylüyorum bende cok tavsiye ederim. Google maps ten gidip resimlere bakabilirsiniz.


Feribotla motorumuzu da alarak çok ucuz ve kısa bir seyahat sonunda adaya vardık. Adanın en meşhur sahili Simoa Beach. Suyun rengi ve berraklığı muhteşem. 4 saat civarı deniz ve güneşten faydalandıktan sonra liman icin yola koyulduk ancak feribotu 1 dk ile kaçırınca 30 dk beklemek zorunda kaldık. Beklerken de pizza ile öğle yemeğini halletmiş olduk. Deniz taşımacılığı çok gelişmiş durumda olduğundan adalara gidiş gelişte problem olmuyor haliyle..



Artık rotamızı Githio ya çevirdik burası lokantaların önünde kurutulmus ahtapotların sallandıgı Uzo nun doğduğu bölge ve ben haliyle akşam yemeğine odaklanmış haldeyim. Kızartılacak olan bacağı direk buradaki sergiden alıyorlar. Tabiiki tabaktaki görüntüsü çok daha güzel.  Bu arada patlıcan salatasını da öneririm bizden biraz daha farklı yapıyorlar ve lezzeti mukemmel. Cacık zaten vazgeçilmezlerden.


Birde yemek yerkenki manzara resmi ekleyelim ki ortam eksik kalmasın. Hersey dahil sadece 26€.


Tabii direk olarak konuya akşam yemeğiyle daldım ama bugünde şansımız yaver gitti ve bize tavsiye ettikleri pansiyon aslında apart otel özelliklerinde ve bir alman işletiyor.






Genel olarak motor ile seyahat edenlere biraz tolerans tanınır ve herkes yardımcı olmaya calışır diye düşünürüm nedenini bilmeden ama bu gerçekten doğru çünkü bu hotelde de herşeyi kabul etmiş olmamıza rağmen sıradan bir odayı hiç gereksiz yere ön tarafta şahane manzaralı ve daha büyük bir odayla fiyat farkı almadan degiştirmesi sanırım bu düşünceme güzel bir örnek.




11.08.2010 Sabah herzamanki gibi merkeze gidip bir pastahanede kahvaltımızı yaptık. Bu pastanenin bir özelliği de sahibinin Kibariye’nin ikizi gibi olmasıydı. Buradan Mora yarımadasının dolayısıyla Yunanistan’ın en güney noktası olan Marmari ye kadar indik.Bu nokta Cebelitarık ile aynı enlemdeymiş ve ben bilmiyordum marmari de mermer demekmiş. Aslında çok gereksiz olduğunu düşünmemize rağmen en uç noktaya kadar gelmemize değdi çünkü çok güzel manzaralar gördük ve sonunda cok hoş butik bir otelde frappelerimizi yudumlayıp yorgunluk attık. Dönüş yolunda ise kale evler dedikleri taş evlerden oluşan köyler gerçekten enteresandı.


Yolumuz üzerinde Gerolimin de uğrayıp bir kahve içip soluklanmak için çok hoş bir köy. Kısa bir mola ile Miya’ya gelip Elias’ın arkadaşı Agelis ve eşinin calıştırdığı hediyelik eşya dükkanına vardık. Burası çok önemli çünkü burada bulunan Diros mağaraları dünyaca ünlü ve sadece bir bölümü tekne ile gezilebiliyor ancak motosiklet giysileri ile pek uygun olmayacak.
Dükkanın deposunda şort tişort moduna girip, terliklerimizi ayaklarımıza takıp, bakalım nasıl mağaraymıs diyerek 3-4 km daha gidiyoruz. Öğreniyoruz ki 14 km lik mağaranın sadece 1km lik bölümü ziyatere açıkmış. Ben daha önce böyle mağara ne duymuştum nede görmüştüm. 1 km yi dolaşmak bile bir hayli uzun.Gerçekten ilginç.
Yaklaşık iki saatlik bir gezi sonrası doğanın bir harikasına daha hayran olarak motor kıyafetlerimizi giymek üzere tekrar Agelis’in dükkanına gittik. Gerçekten bize yardımcı olabilmek için çabalayan dostumuzun dostlarını geride bırakıp yine tavsiye üzerine gittigimiz Stoupa’ya vardık.
Burası da uçtan uca yürüyerek 5 dk da gezilebilecek büyüklükte bir sahil köyü.  Kalacak yer ararken Istanbul’a gelmiş ve Türk’leri çok seven bir otel sahibiyle karşılaştık ve sahile çok yakın bir yer  (daha doğrusu ilk yeri) tuttuk. 60€ ortalamaya göre biraz pahalı ama zaman kaybetmek istemiyoruz. . Hemen üzerimizi değiştirip denizden yararlanmak için sahile indik. Akşam da deniz kenarında dinlenerek sarj ettiğimiz enerji ve otelde tanıştığımız beyin tavsiyesi ile koyun bir ucundaki balık restoranına gittik. Gerçekten butik bir balık restoranı ve tamamen dolu. Tüm şirinliğimizi takınıp garsonlarla iletişime geçince bize öyle bir masa yaratıyorlar ki boş iken gelip otursam buraya otururum.  Lezzet mükemmel, ortam mükemmel, manzara mükemmel ve yiyemediğimiz kadar meze balık ve ahtapot ve içemediğimiz kadar içkiye 40€ veriyoruz.

Restoranın adını isteyenler için yandaki resimde var ancak emin olun ikinci giden Türk siz olursunuz çünkü burada da Türk olduğumuzu söyleyince çok şaşırdılar ve daha önce hiç buralarda karşılaşmadıklarını söylediler.





12.07.2010

Peloponissos (Mora) Motosiklet Turu Bölüm I


Yunanistan Mora (Peloponissos) Yarımadası Motosiklet turu.
6-16 Ağustos 2010.
Her kış ilkbahar ile başlayıp sonbahar ile sona erecek motosiklet tur planlarını yaptığım bir kış gününde hazırlanan yedek planlardan biriydi aslında. 2010 yılının yurtdışı uzun rotası aslında Polonya turuydu ancak yola çıkma günü geldiğinde eşim ile ben tek motor kalmış, yazın tadını da çıkaramamıştık. Bu sebeple yedekte olan  Mora turu birdenbire cazibesini arttırmıştı. Yunanlı arkadaşlarımdan aldığım rota planlama desteği yanısıra tüm uğranması gereken yerler, nerelerde ahtapot yenecegi , hangi bolgenin uzo bolgesi olduğuna varıncaya kadar yağan bilgilerin tasnifi rotanın güzelligi hakkında her geçen gün bizi biraz daha heyecanlandırıyordu.
Hareket günü her zaman olduğu gibi 7:00 civarı tüm hazırlıklarımız tam olarak marş basıldı. 9:00 civarı Ipsala gümrüğüne yaklaştığımızda 10km lik kuyrukla karşılaşınca gözlerimize inanamadık ve bir kez daha motosiklet kullanıcı olduğumuza şükrederek gümrük kapısına kadar ilerledik. Gurbetçilerin bu eziyeti çekmesi zaten sayılı tatil günleri olduğunu düşününce takdir edilmesi gereken birsey. Zaten tecrubeli olduğumuzdan o hengamede Yunanistan’a geçişimiz 30dk sürdü.  Otobandan son derece rahat bir sürüş yaptıktan sonra  Aghios Georgios ta oğle yemeği icin durduk.
Burası Selanik’e 50 km kala güzel bir kasaba. Sahile kadar dik inen caddenin sonunda sağdaki restoran tavsiye edebileceğim bir yer. Bugünkü amacımız kendimizi yormadan, günün keyfini çıkararak, yemek ve denize zaman ayırarak gidebildiğimiz yere kadar gidebilmek ve mümkün olduğunca Atina’ya yaklaşmak. Yemek sonrası Yunanlı dostum (Birbirimizi bacanaki diye çağırırız) Elias’ın sürekli yol danışmanlığı sayesinde Larissa’ya gelmeden Stomio’da konaklamaya karar verdik. Bunun iki sebebi vardı birincisi Elias çok tavsiye etti, ikincisi öğleden sonra biraz deniz ve güneşin de tadını çıkarmak istiyorduk ki zaten otelimiz de ayarlanmıştı.
Stomio Anayoldan 12 km mesafede deniz kenarında küçük ve güzel bir köy.

Akşam deniz kenarında yerel balık restoranlarında çok lezzetli bir yemege 48€ ödedik ki şarap,uzo,balık ve meze ye oranladığımızda çok uygun. Ertesi sabah köyün tepesinde çok güzel bir manzaraya sahip otelimizden ayrılırken borcumuz olmadığını duyunca cok şaşırdık ve tabiiki bu işte Elias ın parmağının olduğunu anlamamız uzun sürmedi, ne yaptıysak ücreti ödeyemedik. Akşamdan yaptığımız soruşturma sonucu taze bugata yeme sevdasıyla hemen sahilde gözümüze kestirdiğimiz bir pastanede durmak için otelde kahvaltı dahi yapmadık. Bugata milfoy hamuruna benzer bir hamur içinde hafif bir krema olan bir çeşit tatlı börek.  İtiraf etmeliyimki yediğim en güzel bugatalardan biriydi.  Aklınızda olsun eğer bugata yemek istiyorsanız hemen hemen her pastanede bulabilirdiniz ancak Selanik civarından pek uzaklaşmamamak gerek. Tostlar, çaylar, kahveler ve bugataların toplamına 7.40€ ödeyip 10:10 da Atina için yola koyuluyoruz.
Atina rotasında durup frappe içerken soluklanılabilecek yerlerden biri de Kamena Vourla çünkü hem deniz kenarında hoş bir yer hemde sürüş için uygun duraklama mesafesinde. Kahvemizi içerken Dimitris’in telefondaki ısrarı üzerine rotada küçük bir değişiklik yapıp Kalkida (Chalkida)da Dimitris’in yerine uğrama kararı aldık. Çamlar arasında, tepedeki tarihi kalenin hemen altında manzarası çok güzel  bir restaurant-bar aynı zamanda hafta sonları da bölgenin en iyi gece klübü. Öğlen saati olduğundan Dimitris’in ısrarı ile kuytu bir köy sahilinde bir sahil balıkçısında özellikle sadece yunanistan anakarası ile Kalkida arasındaki boğazda yetişen tüp midyesi (Stonetube) yemek icin oturduk masadakilerin yarısını yiyemeden kalktık. Herşey o kadar lezzetli ki insanın gözü arkada kalıyor. Bu arada hamsi yi yağlı sarımsaklı bir sos ile hazırlıyorlar. Gavros diye sipariş ederseniz çoğu yerde biliyorlar.

Bugün Atina da Elias’ın bizim için hazırlattığı studiosunda kalmaktan başka alternatifimiz yok. Daha önceki gelişlerimde de kaldığım için bana yabancı değil. Atina’ya varana kadar insanı usandıran paralı geçişlerden sonra pazar akşamüstü yazlıkçı trafiğine girmemek adına şehrin içine girmeden çevre yolundan Atina’nın deniz kenarında olan ve evin bulunduğu daha sayfiye bölgesi Glyfada’ya geçiyoruz. Eve yerleşip, duşumuzu alıp kahve içerken hasret giderdikten sonra Plaka’da Kuzina Restaurant ın terasında  harika Acropolis manzarası eşliğinde mükemmel bir aksam yemeği yiyiyoruz.

08.08.2010 Rahat bir yatakta sabah 10:00 a kadar keyif yaptıktan sonra hep birlikte marinaya kahvaltıya gittik. Hem kahvaltı ettik hemde rotanın bundan sonraki bölümünü tekrar yüzyüze gözden geçirdik. Saat 14:00 gibi yola çıkmak için hazırdık. Bugünkü plan Atina’dan Corinth boğazı üzerinden Epidavros a gelmek. Epidavros antik bir yunan bölgesi ve antik tiyatrosu ile ünlenmiş bir yer ancak konaklama için Ermiyoni daha cazip geldi. Ermiyoni’de bira ve kahve içtik fakat konaklamak icin çokta fazla alernatif olmadığının farkına vardık, ortalıkta kimde yoktu ama tüm oteller doluydu.  Aslında hedefimizde Spetses adasında akşam yemeği yemek vardı bu sebeple devam edip Costa’ya geldik. Oldukça küçük bir yer,  bu sebeple yakın alternatiflerden Portobina’ya geldik ve 45€ ya lebiderya bir pansiyonda yer bulduk. Burası bir burun ve iki tarafı da çok güzel. Özellikle evlerin arası ve köyün arkadındaki sahil gün batımında yüzmek için harika ama geç geldiğimiz için denize girme firsatımız olmadı. Spetses adası için 4,5 km geri Costa ya gidip motor ile adaya geçtik. Gerçekten cok hoş bir yer. Bir süre dolaştıktan sonra geleneksel bir yunan lokantasında kumların üzerine konmuş masalarda kendilerine özgü mezeleri ve ahtapot eşliğinde güzel bir yemek yedik..

Sarımsak soslu morina balığı, zeytin yağı ve limon sosunda ızgara ahtapot ve yengeç salatası ortama ayrı bir tad kattı. Inanmayacaksınız ama 39€ odedik. Gece yarısı meşhur olduğunu öğrendiğimiz dondurmasını yiyerek anakaraya ve motorumuzu alarak otelimize döndük. Bu bölgede bir gun daha planlamış olsaydık Hydra adası da cok tavsiye edilen bir yerdi. Biz gidemedik belki siz gidersiniz J
Ertesi sabah tahmin edileceği üzre bugatalı kahvaltımız üzerine kahvelerimizi içip 9:30 gibi motorumuza atlayıp ver elini Nafplio dedik. Buranın özelliği kara ile bağlantısı olmayan kalesi. Kasabanın içlerini de gezdikçe buranın çok eski bir yerleşim yeri olduğu dahada belli oluyor.  Aslında bu üç parmağın korsanlık tarihinde önemli bir yeri oldugundan bahsediliyor.

 Bugünkü hedefimiz Monemvesia ancak havanın sıcaklığından dolayı arada bir yerde yemek yemek ve denize girmek istiyoruz. Leonidio tamda buna uygun bir yer, bize eşyalarımızı değişip koyabileceğimiz bir yer gösteriyorlar ve peşinden hem patlıcan kızartması, köfte tabağı, bira hemde harika bir deniz. Başka birsey isteseydik olacakmış ama daha ne isteyelim ki?

Biraz dağ yolları......

Biraz deniz .....
Monemvesia ya ulaştık. Burası küçük bir yarımada üzerinde inşaa edilmiş bir kale aslında.  Aşağıdaki resimde görüldüğü gibi kale tam burunda ve kaleye geliş yolları tamamen kontrol altında. Bana en enteresan gelen taraf ise kaleye yukarıdan giriyorsunuz ancak o kadar güzel dizayn edilmişki dar sokaklardan denize inebiliyorsunuz ve kalenin kenarındaki taşlar üzerinden denize girebiliyorsunuz. Denizin ne kadar güzel olduğunu söylemiyorum.
Kaleye bilgi almak için girdiğimizde şansımıza boş bir oda olduğunu öğrendik ve hemen aldık çünkü kale içinde konaklama o kadar kısıtlı ki yer bulabilmek imkansız çünkü buradaki odalarda kalmak buranın havasını yaşamak için güzel bir tecrübe. Burada Damla’nın hakkını vermeden gecemeyecegim çünkü bir mucize yaratarak bu muhteşem atmosferi yaşamamızı sadece 50€ ya sağlamıştı ki tereddütsüz 100€ verebilirdim.
Bu durumda bu olayı kutlamamak haksızlık olurdu tabiiki ve bizde öyle yaptık. İçeride zaten birkaç tane olan restoranlardan bizce en güzelini seçtik ve sonunda hata yapmadığımızı anladık.. 

Aşağıdadaki manzara masamızdan çekildi. Herşeyin yaver gitmesinin memnuniyetini bozmamak icin burada da güzel bir ziyafet çekecektik haklı olarak ve öyle de yaptık. Neler yemişiz? Kızartma peynir,sarımsak soslu kılıç, cacık, salata,şarap,uzo vs.vs.  43€ inanılır gibi değil J 



Sonuç olarak muhteşem bir gün geçirdik Monemvesia’da.

 
Powered by Blogger